21 Aralık 2011 Çarşamba

Kabaklı Mısırlı Tavuk Çorbası

               Her zaman yoğun çalışıyorum ancak bu aralar "holiday season" lounge'u bitirdi. (Bilmem belirtmiş miydim uçmayı bıraktım. Aynı şirkette artık yerde görev yapıyorum) Chrsitmas, yeni yıl vs. derken yolcu sayısı tavan yaptı. Bu da benim için daha yoğun çalışmak demek. Buna rağmen, ekstra çaba sarf etmeden basit bir tarifle kışın ortasında içimizi ısıtacak bir çorba tarifi vereceğim. Şirkette yaptığımız bir çorbadan ilham alarak yaptım. İçinde ekstra yağ yok ve gribin kol gezdiği günlerde ilaç gibi gelecek bir reçete

Kabaklı Mısırlı Tavuk Çorbası

Malzemeler

  • 2 tane kabak
  • 1/2 su bardağı mısır
  • 3 adet tavuk göğsü/budu/ızgaralık kısmı
  • 1 adet soğan
  • 2 litre su
Hazırlanışı

Tavuğun ne tarafından istiyorsan o tarafından 3 parça alın ve yıkayın. yaklaşık 1 litrelik suyun olduğu tencereye tavukları atın ve simmer moduna gelmesine müsade edin. Yani hafifçe kaynayacak. Bu esnada bu suyu lavabodan dökün. Bu tavuğun bir nebze köpüklü ve bulanık suyudur. İlk suyu dökmek suyunuzu çok berrak yapacaktır. 
Neyse suyumuzu döktük. Tenceremizi yeniden bu sefer 2-3 litre aralığındaki soğuk suyla doldurup, tavuklarımızı ve 2ye bölünmüş 1 adet soğanı içine atıp 1 saat pişmeye bırakıyoruz. Su azaldıkça su eklememizde sakınca yoktur. 
1 saat sonra (eğer vaktiniz varsa bu periyodu 2-3 saate kadar uzatabilirsiniz. Tavuk suyu daha lezzetli ve daha berrak olacaktır) tavukları içinden alıyoruz. Kenarıya biraz soğumaya bırakıyoruz. 
Bu esnada kabağın sadece kabuk kısımlarını boylamasına kesiyoruz ve minicik küpler haline getiriyoruz. Tek lokmalık ve olabildiğince ince olmasına özen göstererek tabii. Kabaklarımızı tavuk suyunun içine atıyoruz. Bu esnada hafifçe soğumuş tavuk etlerini didikliyoruz. Bunu da çorbamızın içine atıyoruz. Son anda konserve mısır tanelerini de suyunu süzdürerek çorbamıza ekliyoruz. 
İstersek içine acı pul biber ve limon ekliyoruz. 
Acı sevmiyorsak, sadece limon da çok yakışıyor. 
Veya uzak doğu tarzı seviyorsanız soya sosu da muhteşem oluyor. 
Keyfinize kalmış. İşte içinde hiç yağ olmayan kalori açısından düşük, besleyicilik olarak ise çok zengin kışa ve ağzınıza layık bir çorba. Voila! Bone Appetit!

28 Ekim 2011 Cuma

Yağsız Minestrone Çorbası

Sevgili arkadaşım Damla'dan bir süreliğine ödünç aldığım ama bir türlü geri veremediğim vejetaryen italyan reçeteleri sunan bir kitaptan, Derya için bana ilham kaynağı olan bir reçete bu.
Hemde sıfır yağ!

Malzemeler

  • 1 iri pırasa, incecik doğranmış
  • 2 havuç, brunoise (brunuaz okunur) doğranmış
  • 1 kabak, ince doğranmış
  • 100 gr. yeşil fasulye, kenarları alınmış, ortadan ikiye bölünmüş. 
  • 2 adet kereviz sapı, ince doğranmış
  • 1,5 litre sebze suyu
  • 400 gr domates
  • 1 çorba kaşığı ince doğranmış taze fesleğen
  • 50 gr. kepekli makarna
  • 400 gr. haşlanmış kuru fasulye (200 gr +200 gr. halinde kullanacağız)
Hazırlanışı: 
Normalde sebzeler yağda çevriliyor ama biz böyle yapmayacağız. 
Sebze suyumuzu derin bir tencerede ısıtıyoruz. İçine hemen küp doğranmış domateslerimizi, ince kıyılmış pırasa, havuç, kabak, taze fasulye, kerevizlerimizi atıyoruz. Hiç biri çok iri doğranmamalı. Büyüklükleri ortalama olarak birbirine yakın olmalı ki, yemek deneyimimizi kocaman bir havuç parçası bozmasın. 
Neyse bu sebzeli karışımımızı 30 dakika boyunca simmer modunda bırakıyoruz. Unutmayın kaynatmamak önemli.
Ateşten almamıza 10 dakika kala kepekli makarnamızı ve 200 gr. fasulyemizi ekliyoruz. 
Simmer modunda çorbamız pişmeye devam ederken, diğer tarafta kalan 200 gr. fasulyemizi rondodan çekiyoruz. (çekerken makina zorlanırsa içine 1-2 yemek kaşığı su ekleyebilirsiniz) İyice ezilmiş olan fasülye püresini çorbamıza karıştırıp hafif bir kıvam kazandırıyoruz. Çorbada un, nişasta vs. olmadığı için okuldayken şeflerim bu çorbayı böyle bağlardı. 
Son anda ince kıyılmış taze fesleğenimizi ekliyoruz. 
Gerçekten çok lezzetli bir çorba elde ediyoruz sonunda. Üstelik en güzel tarafı (Derya için tabii :) bu çorba yapıldıktan 1-2 gün sonra çok daha lezzetli oluyor çünkü sebzeler sebze suyuyla iyice harmanlanıyor, aromalar iç içe geçiyor. 
Evet hiç yağsız bir reçete daha. Yaklaşan kış günlerinde içinizi ısıtacak. 
Bone Appetite!

27 Ekim 2011 Perşembe

Turunçgil Marinatlı Tavuk

Eveet yağsız tariflere devam. Ablam Derya'ya buradan destek olmaya çalışıyorum. Çünkü biliyorum ki, yeni bir iş kurmak herkesin desteğiyle bile zorken, hele ki kimse fikrine inanmıyorken, destek olması gerekenler köstek oluyorken bir şeyler başarmaya çalışmak ekstra zor.
Onun zaten şefi var İzmir'de, bende işlerine karışmadan kendimce yaratıcılıklarını tetikleyecek, hem de ister istemez kilo vermenizi sağlayacak yağsız reçetelere devam ediyorum.

Turunçgil Marinatlı Tavuk

Malzemeler

  • 500 gr. yağsız tavuk göğsü
Marinat için: 
  • Tavuğun üzerini geçecek kadar yağsız süt
  • 2 adet portakal (suyu ve kabuğunun rendesi)
  • 2 adet limon (suyu ve kabuğunun rendesi)
  • 1 adet soğan
  • Tuz
  • Taze çekilmiş karabiber
Çok kolay ama lezzetli bir reçete. 
Tavuğumuzu alıp bir borcama koyuyoruz. üzerini geçecek kadar yağsız sütümüzü ekliyoruz. Sütün içine limon ve portakalın önce kabuğunu çıkarıp sonra suyunu sıkıyoruz. (tersini yaparsanız kabuğu çıkarırken çok zorlanırsınız). Soğanımızı enlemesine yuvarlak dilimler halinde kesip borcama koyuyoruz. Hafif baharatlandırıp lezzet katıyoruz. Bu marinat içinde en az 12 saat, bana kalırsa 24 saatten az olmamak kaydıyla bekliyor. 
24 saat sonra çok yüksek ateşte 2-3 dakika boyunca kızdırdığımız dibi kalın teflon yapışmaz tavamıza tavukları atıp MÜHÜRLÜYORUZ (unutmayın aynı anda bir sürü tavuk atarsanız, tavanın ısısı düşer ve tavuklar muhteşem suyunu ve aromasını salar. Tavuk yerine çöp yersiniz. ayrıca tavanın gerçekten çok sıcak olması gerekiyor mavi duman denilen "blue smoke" tavadan çıkmalı ki, güzel bir tavuk yiyebilesiniz). Tavuğun her bir tarafını 1 dakika boyunca tavada tuttuktan ve güzelce mühürledikten sonra, 180 derecelik fırına 15-20 dakika süreliğine atıyoruz. Yani profesyonel aşçılar buna "ürünü fırında bitirmek" der.
Sonra verev bir açı vererek tavuklarımızı dilimliyoruz. Afiyetle yiyoruz sıcak sıcak. 
Gelelim detaylara: 
Neden turunçgil?
Turunçgiller asidik olduğu için marinasyonlara eklendiğinde yumuşatıcı özelliğe sahiptir. Asidik olan ürünler nelerdir: Şarap, domates, domates salçası, limon, portakal, mandalina, sirke gibi. Örnekler çoğaltılabilir. Aynı zamanda asitler eti pişirme özelliğine sahiptir. O yüzden "seviche" gibi özellikle Norveç, İsveç, Finlandiya ve Danimarka gibi Kuzey ülkelerinde yenen balık yemekleri, sadece limon suyunda yarım saat marine edilir. Zira ateş yüzü görmemesine rağmen, asitte pişirme işlemi esnasında bile yarım saatten fazla tutulursa,  limon suyu balığı fazla pişirebilir!
Tavuk da bu kural biraz daha esnek. Çünkü tavuk, balık gibi çiğ yenebilen bir ürün değil. İç derecesinin en az 65'i göstermesi gerekiyor. Bu yüzden limonda istediği kadar beklesin, iyi bir ateşe ihtiyacımız var. Ayrıca bu yüksek ateş etin lezzet almasını, iki tarafının da hafifçe karamelize olmasını sağlayacaktır. 
Not: Karamelize etmek demek eti simsiyah olana kadar yakmak demek değildir. Lütfen kontrol edemeyeceğinizi anladığınız anda eti ateşten alın. 

Afiyet olsun. Herkese yağsız, lezzetli günler...

Domates Soslu Mezgit

Evet yine araya biraz reklam almış olsam da merhaba,
Ablam Derya için bir reçete oluşturdum, onu paylaşmak istiyorum. Havanın soğumaya başladığı bu günlerde, kendimizi salıp karbonhidrat denizinde boğulmak yerine, protein bazlı, sebze soslu, lezzetli yemekler yemeye devam edeceğiz.
Unutmayın sağlıklı beslenmenin yazı, kışı, "bikini giyeceğim"i yok. Ve bu yemeğinde içinde hiç yağ yok.

Malzemeler


  • 200'er gramlık 2 adet  mezgit fileto 
  • 2-3 adet orta/iri boy domates
  • 1 orta boy soğan
  • 2 diş sarımsak
  • 1 çorba kaşığı tuzu alınmış kapari
  • Taze çekilmiş karabiber
Hazırlanışı

İşe domates sosumuzu yaparak başlıyoruz. 
Teflon tavamıza rendelediğimiz güzel kırmızı domatesleri attık. Julyen kesilmiş soğanları ve ezilmiş sarımsakları ekledik. Domatesler suyunu çekene kadar pişirdik. Bir süre suda bekletip, tuzunu azaltmaya çalıştığımız kaparilerimizi, taze çekilmiş karabiberimizi ve varla yok arası tuzumuzu ekledik. 
Fırını 180 dereceye getirip biraz ısıtıyoruz. Hali hazırda sıcak olan ve yağlı kağıt serilmiş fırınımıza mezgit filetolarını atıyoruz. 20-30 dakika  aralığında pişiyorlar. 
Servisten önce domates sosu ile harmanlıyoruz ve sıcak sıcak servis ediyoruz. 
Unutmayın kapari balık yemekleri ile çok uyumlu. Üstelik içinde pişmiş olarak soğan ve sarmısak da var. 
İsterseniz soğan yerine arpacık soğan kullanarak biraz daha sofistike bir tat katabilirsiniz. Arpacık soğanın normal soğana kıyasla daha kuvvetli fakat yakıcı olmayan bir aroması vardır. Sos pişerken içine taze biberiye veya taze kekik dalı ekleyip, pişme sona erdiğinde çıkarabilirsiniz. Bu sadece kokusal bazda bir aroma katacaktır. 
Afiyet olsun. 

9 Ekim 2011 Pazar

Bal Kabaklı Adaçaylı ve Zeytinli Risotto

Uzun bir zamandan sonra bu sabah yazmaya ihtiyaç duyarak kalktım. Uzun zamandır yazmamamın sebebi ise işte olan mutsuzluğumdu. Şükürler olsun ki artık uçmuyorum bu yüzden bir nebze daha mutluyum. Bugün Pazar, akşam Cape Town'a gitmeyeceğim, yağmur sesi cama vuruyor. Kahvemi yaptım, herkes derin bir uykuda. Benimse aklımda yeni reçeteler var. Bugün bu reçeteyi yapmak biraz zor olsa da, kışa hoşgeldin dediğimiz, havanın daha da soğuyacağı önümüzdeki günlerde yapmanın farz olacağı bir reçete.
Hem de malzemeler her coğrafyada bulabileceğimiz nitelikte. Ancak unutmayın risotto a la minute yapılıp yenen bir yemektir. Öğlen yapayım da akşama beklesin olmaz.

Bal Kabaklı Adaçaylı ve Zeytinli Risotto

Malzemeler

  • 1 su bardağı arborio pirinci (yoksa baldodan da olabilir ama arborio'nun yerini tutmaz bilesiniz)
  • 2 yaprak adaçayı
  • 2 su bardağı sebze suyu
  • 150 gr bal kabağı
  • 1 avuç dilimlenmiş siyah zeytin
  • 1 çay bardağı parmesan peyniri
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 yemek kaşığı zeytinyağı
  • 1 orta boy soğan
  • 3/4 çay bardağı beyaz şarap
Hazırlanışı
Öncelikle ince küp olarak kıydığımız bal kabaklarını teflon bir tavada istediğiniz kıvama gelene dek biraz ayçiçek yağı ile soteliyoruz ve kenara alıyoruz. (bunu en sonda kullanacağız)
Şimdi risottomuza başlayalım. Derince bir teflon pilav tenceresinde önce zeytinyağımızı hafifçe kızdırıp içine incecik kıydığımız soğanları atıyoruz. 2-3 dakika sonra yine incecik kıydığımız adaçayını ve yıkanmamış pirincimizi ekliyoruz. Bu esnada tereyağımızı da ekliyoruz. Pirinçler şeffaflaşana kadar 2-3 dakika kadar daha kavuruyoruz. hemen beyaz şarabımızı (ateş yüksekteyken) ekliyoruz ve şarabın buharlaşmasını bekliyoruz. sonra ocağın üstünde sıcak sıcak duran sebze suyumuzdan alıp 1 kepçe pirinçli karışımımızın üzerine döküyoruz ve çekene kadar karıştıra karıştıra pişiriyoruz. Suyu bittikçe tekrar ekleyeceğiz. Bu işlem pirinci istediğiniz kıvama getirene kadar devam edecek. Al dente (yani to the tooth, dişe gelir) kıvamına gelene dek yaklaşık 17 dakika geçer. eğer iyi pişmiş olsun derseniz 22 dakikayı bulur. deneyerek tadına bakarak anlayabilirsiniz.
Pirincin pişmesine son 1-2 dakika kala sotelediğimiz balkabaklarını, dilimlenmiş zeytinleri ekleyebilirsiniz. Tam servisten önce nişastasını salmış risottomuzu hafifçe bağlamak için içine 1 yemek kaşığı soğuk tereyağı (ki biz bu tekniğe beurre blanc -bör blan okunur- deriz) veya parmesanımızın yarısını risottonun içine ekleyip karıştırıp, kalan yarısını da servis esnasında risottomuzun üzerine dökeriz ve voila!
Restoranlarda hem çabuk olsun, hem garanti olsun hem de çok lezzetli olsun diye risottoyu kremayla bağlayabilirler. İyi şefler bunu asla yapmaz. Nitekim İtalyanlar da. 
Sıcak sıcak hemen yiyin. Unutmayın risotto asla beklemez.

29 Temmuz 2011 Cuma

Dereotlu Bezelye Çorbası

Uzak diyarlardan merhabalar diyerek başlayayım. Yıllık izne çıktım, rüya gibi, düşman çatlatacak nitelikte bir çeşme tatilinden sonra bir de öğrendim ki, kulak iltihabım nüksetmiş. Sanırsam hem aşırı uçmak, hem de deniz-havuz ikilisiyle durum pek iyiye gitmedi. O yüzden aslında uçakla gitmem gerekirken, doktor uçamazsın dediği için otobüse bindim ve ver elini istanbul oldu.
Şu soralar Manisa Salihli civarında bir yerlerdeyiz sanırsam. Kulağımın içinde 4 gün yerinden kımıldatmamam gereken kocaman bir pamuk ve antibiyotik var. Benimse tek düşünebildiğim nasıl yeni reçeteler üretebilirim sorusu.
Aklımda bu yaz gününe son derece uygun ister serin, ister sıcak tüketilebilecek bir çorba var.

Dereotlu Bezelye Çorbası

Malzemeler

  • 4 yemek kaşığı ayçiçek yağı
  • 4 silme kaşık un
  • 1,5-2 litre arası sebze suyu (yoksa normal su) - bezelyeleri haşladığınız suyu kullanabilirsiniz
  • 650 gr. bezelye (büyük boy konservelerden de kullanabilirsiniz)
  • 1 avuç ince kıyılmış dereotu
Hazırlanışı: 

Tenceremizde yağı kızdırdıktan sonra unumuzu döküp orta ateşte kavuruyoruz. Ben bu esnada çırpma teli kullanıyorum. Daha güzel harmanlanıyor sanki. Rengi sarıdan hafifçe dönmeye başladığında sebze suyunu yavaş yavaş dökerek (çırpma teli hala devrede) topaklanmasına mahal vermeden çorbaya gövde kazandırıyoruz. Daha önceden haşladığımız (veya konserve de olabilir) bezelyeleri çorbamıza atıyoruz ki aromasını salmaya başlasın. Dediğim gibi eğer taze bezelye kullanıyorsanız, bu bezelyeleri evvelden haşlamanız gerekir. Bu suyu sakın ola dökmeyin, çorbamızda kullanacağımız sebze suyu bu olabilir. Hem daha aromatik hem de daha besleyici olacaktır. 
Her neyse bezelyeleri atıp el blender'ından geçiriyoruz. Ancak bezelye kabuklu sert bir ürün olduğu için, blender'dan çekilse bile parçacıklar içinde kalabilir. Bu durumda çok ince delikli bir tel süzgeçten geçirip çorbamızı püreli çorba kıvamından çekip çıkarıyoruz. Berrak akıcı lezzetli ve posasız bir çorba kalıyor elimizde (bu kısım tamamen opsiyonel - posalı seven varsa süzmesin) En son kıvamını kazandıktan ve tıngırdama modunda 5-10 dakika piştikten sonra, altını kapatın ve içine incecik kıyılmış dereotunu ekleyin. Dereotunu ateş açıkken atmayın zira aroması kayboluyor. Haddinden fazla da koymanızı önermem, bezelyenin tadını bastırmamalı. Dereotu son derece aroması yüksek bir ürün olduğundan bezelyeli dereotu çorbasına dönebilir olay. 
İster hafif soğutulmuş, isterseniz çıtır kruton eşliğinde sıcak sıcak tadına varın. 
Serin günler diliyorum. 

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Köz Patlıcanlı Tahinli Volovan

Bir kaç gün sonra Jakarta'ya yani Endonezya'ya gideceğim ama bugün pazar ve izinliyim. Gitmeden önce de bir kaç gün mutfağa gireceğim. Perşembe akşamı yemekli misafirlerim gelecek. O yüzden onlara uyumlu ve akıcı bir yaz menüsü hazırlamam lazım. Bu reçete de onlardan bir tanesi. Yazın dokusuna uygun, lezzetli ve çarpıcı.

Tahinli Köz Patlıcanlı Vol au Vent

Malzemeler

  • 10 adet milföy
  • 2 yumurta sarısı
  • 3-4 adet bostan patlıcanı
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
  • 2-3 diş sarımsak
  • 4-5 yemek kaşığı sızma zeytinyağı
  • 2 yemek kaşığı tahin
  • 1 çay kaşığı şeker
  • Limon suyu
  • Taze çekilmiş karabiber
  • Muskat rendesi
  • Tuz
Hazırlanışı

Şimdi vol au vent (volovan okunur) yapmak bir sanattır . Vol au vent fransızcada hafifliğinden ötürü olsa gerek, "kanatlanan" gibi bir anlama gelmekteymiş. (Bilen dostlar öyle çevirdi. Ben Fransızca bilmiyorum. Günahı onların boynuna) 
Dediğimiz gibi mille feuille (yani milföy) fransızcada bin yaprak anlamına geldiği için bu aslında hafif bir ürün. Her ne kadar milföyler biraz yağlı olsa da. 
Neyse kolay olan tarifimizi hemen anlatmaya geçiyorum: 
Patlıcanları ocak ateşinde közlüyoruz, bir kenara alıyoruz. Hafifçe soğuduktan sonra kabuklarını temizliyoruz. Daha ılıkken içine 1 yemek kaşığı tereyağımızı atıp eritiyoruz. Hemen bu esnada taze limon suyunun yarısını sıkıyoruz ki, kararmasın. Şeker, sarımsak, tuz, biber ve muskatı da ekliyoruz. 
Başka ufak bir kasede tahin, limonun diğer yarısı ve zeytinyağını homojen bir kıvam elde edene kadar çırpıyoruz ve patlıcanlı karışımımıza güzelce yediriyoruz. 
Bu haliyle bile çok güzel olacak. Bu noktadan sonra volovan yapmaya üşenirseniz bile, akşam yemeğinin yanıına güzel bir meze elde etmiş olursunuz. 
Ama bence volovanı hazırlamaya değer. Diğer tarafta bütün milföyler çözülünce iri yuvarlak bir kalıpla keselim. Çay bardağından daha büyük bir ölçü olmalı bu. yuvarlak 10 adet hamurumuz oldu şimdi. 
Bunun 5 tanesini alıp bu sefer de bu hamurun ortasını çıkarıyoruz. (işte belki bunun için çay bardağını kullanabilirsiniz) 
Kısacası elimizde 10 adet milföy var ve 5 tanesi sadece yuvarlak, diğer 5 tanesinin ise ortası delik. 
(Anlatması biraz bunaltıcı oldu :)
Delik olmayan milföyleri yağlı kağıt serdiğimiz fırın tepsisine aralıklarla yerleştiriyoruz. Şimdi elimizde kalan diğer 5 adet ortası delik milföyleri de, yuvarlak kestiğimiz milföylerin ortasına oturtuyoruz. Üzerine yumurta sarısını sürüyoruz (içine sürmüyoruz) sadece dışına. 200 derecede ısıtılmış fırına atıp üzerleri altın sarısı rengini alıp deli gibi kabarana kadar fırında tutuyoruz. 
Fırından alıp soğuyunca ortasına hazırladığımız dillere destan patlıcanlı tahinli karışımımızı koyuyoruz. Soğuk veya ılık, üzerini incecik kıyılmış çok az maydanozla süslüyoruz. 
Anlatırken çok zor gibi geldiğine bakmayın, aslında çok kolay olmakla birlikte hamurla ilgili yapılan kısmı görmeden anlatmak çok zor geldi. Yoksa kolay ve eğlenceli. 
Patlıcanlı harçtan büyük ihtimalle artacaktır. Onu da soğuk olarak, ekmekle, belki biraz şarapla, belki salata niyetine, nasıl isterseniz artık yiyin derim ben. 
Sevgiler, bol patlıcanlı günler. 

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Köz Patlıcanlı Makarna

Yakın zamanda Pekin'den geldim. 3 gün sonra da Los Angeles'a gideceğim kısmetse. İlk defa gideceğim için çok heyecanlıyım açıkçası. Amerika'da New York, Chicago ve Washington'u gördüm ancak Los Angeles'ın tadı bir başka diyorlar. Yolculuk 14 saat sürse de, olsun. Bakalım bir de orası nasılmış.
Pekin'de güzel bir hamburger yedim. Bir de süpermarket bulup güzel cherry domatesler, düşük yağlı fransız peyniri ve kepek ekmeği alıp güzel bir de kahvaltı ettim. Ki genelde gittiğim ülkelerde kahvaltıda bunları aramam. O ülkede ne yeniyorsa, bende kültüre adapte olup onların yerel ürünlerle hazırladıkları ürünleri yemeye gayret ederim. Sonuçta bende şöyle sıcacık bir gözlemeyi, menemeni, sucuklu yumurtayı, sızma zeytinyağlı söğüş domatesi her zaman tercih ederim ama Pekin'deysem sebzeli noodle, Japonya'daysam sushi, Amerikada'ysam chilli fasülye, pankek vs. ne bulursam onu yiyorum. Bence önemli bir mevzu zira kültüre uyum sağlamak, onları anlamak ve kültür şoku yaşamamak adına kişinin kendisini rahat alanından çıkarıp farklı bir çevreye sokması değişik ve olgunlaştırıcı bir tecrübe. Yoksa surat asıp "ben domates peynir ekmekten başka bir şey yemem" deyip kenara çekilmek, hem bu kadar gezmenin anlamını sıfıra indiriyor, hem de kişi mutsuz oluyor. Ben ise hemen gittiğim ülkenin saatine uyum sağlamaya, ne yiyorlarsa onu yemeye gayret ederim. Çok azdır gidip de o meşhur global hamburgercilerde, kızarmış tavukçularda yemek yediğim.
Bu lafların üzerine yaz mevsiminin en güzel sebzesi olan patlıcanla yaptığım ve eminim hiç bir restoranda yemediğiniz bir makarna tarifi vermek istiyorum.
Hafif ve yaza özgü.
Şimdiden afiyet olsun.

Köz Patlıcanlı Sphagetti

Malzemeler

  • 250 gr. spaghetti
  • 1 cam şişe konserve közlenmiş patlıcan
  • 1 diş sarımsak
  • 1 tatlı kaşığı tereyağı
  • 1 çay bardağı rendelenmiş kaşar peyniri
  • 1 tatlı kaşığı tahin 
  • 1/2 çay bardağı süt
  • 1-2 yemek kaşığı dolmalık fıstık
  • 1/8 çay kaşığı taze rendelenmiş muskat
  • Taze çekilmiş karabiber
  • Tuz
Hazırlanışı: 

Makarnamız al dente kıvamına gelene dek tuzlu ve hafif yağlı suda haşlanır. Paketteki talimatları okumakta fayda var. 
Diğer bir tarafta tercihen teflon bir sos tenceresinde, tereyağı eritilir ve içine ezilmiş sarımsaklar atılır. Hafifçe kokusu çıkana kadar sotelenir. Çok değil tabii, ikisi de hassas ürünler. Yanık kokan tereyağı ve sarımsak istemiyoruz. 
Sonra üzerine hemen tabii ki mümkünse taze közlenmiş, soyulmuş patlıcanları, yoksa "benim pek vaktim yok, tembelliğim de galebe çalıyor" diyorsanız konserve közlenmiş patlıcanlarımızı üzerine atıyoruz. Sütü ve tahini ekliyoruz ve blender'dan geçiriyoruz. Maksat patlıcanlar görünmeden aromasını elde etmek. İnce püremsi bir kıvam alınca muskat, biber ve tuzunu ekliyoruz. Son anda içine rendelenmiş kaşarımızı atıyoruz. Voila! Bitti bile. 
Sıcacık süzdüğümüz makarnamızı asla soğuk sudan geçirmeden, bu sosla harmanlıyoruz. Üzerine süslemek için  hafifçe tavada çevrilen dolmalık fıstığı ve incecik kıyılmış maydanoz ekleyebiliriz, renk olsun maksadı ile. 
Daha lezzetli hale getirmek için ne mi yapabiliriz? 
  • Süt yerine krema kullanabiliriz
  • Közlenmiş patlıcanları 2 yemek kaşığı tereyağında soteleyebiliriz
Peki derseniz ki daha az kalorili hale nasıl getiririz?
  • Sütü, yağsız süt olarak kullanabiliriz
  • Kaşarı, yağ oranı düşük light kaşardan kullanabiliriz
  • Kepekli spaghetti kullanabiliriz
  • Tahindeki ve dolmalık fıstıktaki yağ oranı çok yüksek olduğu için komple çıkarabiliriz
Bunlar şefin önerileri. Sırrı ne mi? Sevginizi eklemekte. 
Deneyin, seveceksiniz. 
Afiyet olsun. 

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Şefin Havası

Uçmak işi biraz kafa işidir. Yani ben misal biraz sık uçuyorum. Bazen şikayetçiyim bazen de değilim ama izin yapmak önemli bir olaydır. Diğer normal çalışan insanlara göre daha sık iznimiz varmış gibi gelir çevremizdekilere ama dediğim gibi uçmak psikoloji gerektirir. Eğer iyi bir pskolojiniz yoksa yolcunun onunde rezil olursunuz. Agresif olursunuz. Uçtuğunuz ekibe de ayıp olur.
Çünkü bizim işimiz şov işidir. Perdenin arkasından çıktığınız anda artık yolcu her hareketimi izler hale gelir. Misal Airbus 340 / 330 uçaklarında Business class bölümünde yolcunun önünde içki hazırlayabildiğimiz barımız vardır. Zaman zaman burada şarap açarım mesela. Yolcular sanki birazdan atom bombasını patlatacakmışım gibi biraz şaşkın biraz da meraklı gözlerle izler dururlar. 'Bakalım açabilecek mi?' gibisinden. Sanki şef şarap açamazsa herkes birazdan 'haha noldu şiştin mi?' gibisinden bir alay etme durumuna girecektir.
Bir de kaygılı olanlar vardır. Orneğin benim şef olmayıp da hostes olduğumu ama sadece farklı bir üniforma giydiğimi düşünen yolcular vardır. Onlar hemen soru yağmuruna tutarlar. İlk soruları da okuduğum okuldur. Bende ballandıra ballandıra anlatırım. Sonra yelkenler suya iner. Bakarlar ki yalan değil. İkinci soruları da genelde menüde ne olduğudur. Hani hem biliyor mu bakalım gibisinden hem de biraz da şefin önerisini almak için yapılan ufak bir test gibidir. Bunların hepsi daha uçak yerdeyken olur. Eğer o kaygılı yolcuların gözüne giremezsem vay halime.
Bir de şefi görünce coşanlar vardır ki onlar en sevdiğim grup. Mesela Easter'da uçuştaydım. Yolculardan biri uçakta kaynamış yumurta var mı diye bir soru sordu. Yok deyince de kaynatabilir misiniz? diye sordu :) Şef sanki uçağa binince herşey mümkünmüş gibi talepleri olan yolculara bayılıyorum. Yaratıcılıklarının ve istediklerinin sınırı yok.
Insanların bakış açıları 'banko güzel bir yemek yiyeceğim' hissiyatı ve bu kadar minnettar oluşlarına yerde şahit olamazsınız. Havada olunca hem çok havalı hem de çok inanılır duruyor :)
Bugün yemek tarifi yok. Şimdi işe gidiyorum yıllık tazeleme eğitimi almaya. Bizi de uçaklarla ilgili eğitiyorlar elbette. Acil bir durumda yardım edebilmek adına. allah göstermesin tabii
Sevgiler.

3 Mayıs 2011 Salı

Endonezya Macerası // Endonezya Usulü Sotelenmiş Soya Filizi

Uzun zamandır yazamıyorum. En baştan beri her zaman yogun calisiyordum ama artık bu aralar cozuttum. Çıldırmış gibi çalışıyorum. Tabii ki böyle olsun istemiyorum ama aylık program çıktı mı bir şey yapılmıyor. Bu ay yeni göreceğim yerler arasında Pekin ve Guangzhou var. Guangzhou'da Çin de bir yerlerde. Çin'e gitmeyi pek sevmiyorum ama inşallah değişik bir şeyler daha tecrübe ederim umuduyla gözümüzü kapatıp gidiyoruz işte.
En son Jakarta yani Endonezya'dan geldim. Çok fantastik bir ülke. Bir kere müthiş kalabalık. Ama mimari yapıları da müthiş. Biraz değil aşırı sıcak ve insan nemden bayılacak gibi oluyor. Yani ben bir İzmir'li olarak İzmir'e nemli derdim. Şimdi gülüyorum. Bangkok Hong Kong ve özellikle Jakarta'yı gördükten sonra İstanbul'un sıcağı vız gelir tırıs gider yani.
Fiyatları ise süper ucuz. Sevgili hostes arkadaşlarımla gezmeye çıktık. Yine kendilerinde bir Kentucky Fried Chicken da yeme isteği gündeme geldi ama ben onları daha gurme bir restoran bulma umuduyla taciz zoruyla biraz gezdirdim. Sonunda kenarda köşede kalmış dev gibi bir salonu olan bir balık restoranı buldum. Menüde kalamar karides gibi bildik lezzetleri görünce hoşafın yağı kesilir gibi oldu elbette :) Baktım hemen işi bağlamalıyım yoksa kaçıcaklar, ingilizce menü istedim. Bu arada garsonların hiç biri ingilizce bilmiyor. Evrensel dilimizi olan beden dili ile anlaşıyoruz ve ben sanki adamlar sağırmış gibi 'ingliş menüüüü' diye bağıra bağıra derdimi anlattım :) derdimi anlamış olmalılar ki kıyıdan köşeden bir ikincisi olmayan 1 adet ingilizce menü bulup çıkardılar. Derdim dert, halim harap anlayacağınız. Bir yanda hemen KFC ye kaçmaya çalışan bir grup hostesi tutmaya, bir yandan da bir kelime ingilizce bilmeyen endonezyalı garson abilere dert anlatmaya çalısıyorum. Portreyi siz hayal edin. Velhasıl bizim kızları resmen kandırdım :) Önce emin olamadığımız için bir porsiyon kalamar, panelenmis ve kızarmış karides, pilav ve sarımsak ile sotelenmiş soya filizi söyledik. Ayıptır söylemesi hepsini ben seçtim. Tabii masada şef de olunca çok karışmak istemediler. Sana güveniyoruz tadında anlar yaşandı. Ben hala biraz kaygılıydım beğenirler mi bilememiştim. Ama ne zamanki yemekler geldi herkes mest oldu. Hatta ne olduğunu anlayamadığımız bir tabak çıtır bir ürün getirdiler. Bugün bile ne olduğunu anlayabilmiş değilim ama sanırsam derin yağda kızarmış (ama her nasılsa yağ çekmemiş) galeta unuydu. Minicik minicik parçalar halinde. Hani unlu bişey kızartırsınız da tavanın dibinde kızarmış öbek öbek un parçaları kalır ya, aynı o hesap.
Bizim kızlara önerim şu oldu. Pilav çok kuru diye üzerine azıcık bu çıtır faktörden(adı hala yok :)) birazda sarımsak sosuyla birlikte soya filizinden eklersek fantastik olur dedim. Yaptık ve bayıldık :)
yanında da karides ve kalamarlarları götürünce bir anda tabaklar bitti. Zaten minicik insanlar
 her sey kucucuk porsiyonlarda. Dedim ki 'dayı her şeyi beğendik. donat ortayı' :)) ne güldük ne güldük. Anlamıyorlar tabii el kol yapa yapa 4 kalamar, 3 pilav, 3 soya filizi, 1 tane daha çıtır zımbırtıdan ve 2 tane daha karides söyledik. Garsonlar muhtemelen açlığımız karşısında hayrete düşmüşlerdir. Halbuki anlamadıkları şey korktuğumuz için az söylemiştik biz. Neyse her şey süper. Cola'lar su'lar doğru geliyor. Dünyanın öbür ucunda bambaşka bir yerde endonezyanın göbeğinde bütün siparişleri doğru getirtmeyi başardım. Yalnız bir konuda derdimi anlatamadım EKMEK! adama bread diyoruz, ekmek diyoruz, asla anlamadı. balık falan sandı herhalde. Ben yemekle ekmek yemem ancak kızlar çok ekmek istediler. Baktım ekmek yok dellenmesinler diye bol bol pilav söyledim de mevzuyu kapattım. Yanında güzel güzel chili soslar, soya soslar da geldi. Velhasıl kızlarla çok güzel bir yemek yedik. Karnımız da deliler gibi doydu. Hem de kaliteli yemekle. Ve bu fantastik ötesi yemeğe 10 lira verip çıktık. Üstelik bahşiş dahil! :)) Kızarmış tavuk yemektense çok daha güzel bir alternatif ve de anı oldu bizler için. KFC'ye gitseydik buraya yazmamın pek de bir anlamı olmazdı. Resimlerini çekip koymak isterdim ama galeyana gelip hepsini bir anda mideye indirdiğimizden ancak boş tabakların resmini çekebildim :) onları da paylaşmamın bir manası yok sanırsam.
Bu kadar laftan sonra sarımsak soslu sotelenmiş soya filizi reçetesi vereyim de bu kadar çenemin düşüklüğü bir işe yarasın :)


Sarımsak Soslu Soya Filizi

Malzemeler
  • 400 gr. iyice yıkanmış soya filizi
  • 5 diş sarımsak
  • Ayçiçek yağı
  • 1 silme tatlı kaşığı nişasta
  • 1 çay bardağı (varsa et suyu, yoksa) su
  • 1 yemek kaşığı istiridye sosu (varsa)
Ufak bir sos tenceresinde 1 diş ezilmiş sarımsağı 1 yemek kaşığı aycicek yağı ile hafifce soteliyoruz. Soğuk su ile ezilmiş nişastayı ekleyip pişiriyoruz. Kıvam alınca biraz pişmesine müsade ediyoruz. 1 yemek kaşığı istiridye sosunu ekliyoruz. Baktınız kıvamı koyu oldu biraz su ilave edebilirsiniz açmak için. İçine hafif tuzunu biberini serpin.
Baska bir tarafta Wok tavamızı yüksek ateşe koyuyoruz. Ateş tavamızı güzelce kızdırsın (mesela 1 dakika kadar yüksek ateşte tavayı ısıtın) Sonra 4 yemek kaşığı ayçiçek yağını tavaya ekliyoruz ve hemen soya filizlerini atıyoruz. Soya filizlerini çok az pişiricez bunu unutmayın. Hemen soya filizini atar atmaz üzerine ezilmiş 4 diş sarımsağımızı atıyoruz. Yine hafifçe tuzluyoruz. Sadece 1 dakika soteliyoruz ve ateşten alıyoruz. Zaten hali hazırda sıcak olan nişastalı sarımsaklı sosumuzdan soya filizlerinin üzerine ekliyoruz. Tuzu az ise biraz daha ekliyoruz. Unutmayın soya filizi narin bir sebze cok pişirmemek önemli. Diğer nokta ise aromatik bir sebze olmayışı. Sarımsak ve tuz bu açığı kapatıyor. Servis etmeden tadına bakmak çok önemli. Basit gibi duruyor ancak sosun çok koyu olmaması ve aşırı baskın olmaması gerek. Bir nemlilik katacak kadar sebzelerin içinde olması gerekiyor.
Sonra bunu sade pilav ile yiyoruz. Vejetaryen isek bizim için müthiş bir protein kaynağı. Uzakdoğuluların olmazsa olmazı bu mucizevi sebzenin Türkiye'de henüz kıymeti bilinmiyor. Üstelik pahalı da değil ve migroslarda mevcut. Tazesi yoksa konservesi var. İsteyene her yol mübah. Mutlaka deneyin çok seveceksiniz.
Afiyet olsun!

p.s. renk olsun derseniz içine rendelenmiş küçük bir havuç da ekleyebilirsiniz. Soya filizinden önce yağa atıp 1 dakika soteleyip, soya filizi ile birlikte 1 dakika daha toplamda 2 dakika sotelenmiş olması yetecektir. Sarımsakları ise sakın unutmayın :)
Bone Appetite!

Terbiyeli Ispanaklı Sebze Çorbası

Bu hafta epey iyi geçti diyebilirim. Haftamın en eğlenceli günü ise, Show TV Ana Haber Bülteninde ünlü diyetisyen Selahattin Dönmez ile bi...