18 Ekim 2010 Pazartesi

Mutfak eğer biraz sessiz bir yer olsa, varislerimin büyüme sesi duyulabilirdi.

Mutfak eğer biraz sessiz bir yer olsa, varislerimin büyüme sesi duyulabilirdi.
Evet mutfak sevecen gibi duran, insanı yumuşak kucağına almaya meyilli, bel boyunu geçen ateşlerin yükseldiği sıcak bir ortam olsa da, aslında insanın hasta olmasının en olası olduğu yerdir.
4-5 saat aralıksız yemek yaptığınızı düşünün. Ayakta elbette ki. Bizler bunun her gün en az 2 katı kadar fazla çalışıyoruz. Ha deyince bir mesai en az 8 saattir. O da şanslıysanız hani. Pek çok yerde hiçbir zaman vaktinde mutfaktan çıkamazsınız. Sipariş bitmez, misafir içeride kıyamet koptuğunu bilmez falan filan.
İşte bu arada bel ağrıları, ayakların şişmesi, bacakların kopma noktasına gelmesi gibi durumlar ortaya çıkar. Başta günü birlik acılardır bunlar ancak zamanla kronikleşir. Ben bu işe ilk başladığımda neye bulaştığımın farkında değildim. İş biraz durulur gibi olunca, şefime tuvalete gidiyorum derdim. Hakikaten de tuvalete giderdim ancak klozet kapağını kapatıp, üzerine resmen yığılırdım. Orada da hep aynı şeyi düşünürdüm "Buna alışacaksın ama daha zamana ihtiyacın var. Sen bir gün gerçek bir aşçı olacaksın, sık dişini" derdim. Bu arada da içten içe nasıl pis bir işe bulaştığıma hayıflanır durur ama kimseyle de bu duygularımı paylaşamazdım çünkü aşçı olmak için herkesi, her şeyi karşıma bir kere almıştım. Artık dönüşü yoktu.
Velhasıl tam tamına 3 ay sonra alıştım. Belimin o kopar gibi ağrılamaları, omurgamın sekiz olma duygusu zamanla kaybolmaya başlamıştı. Alışmıştım. Başka hiç bir açıklaması yoktu. İlerleyen zamanlarda, şimdiki işime başladığımda artık sabah molasına çıkmasam o kadar üzülmezdim bile. Sadece 14.00 civarındaki çay molasına çıkıp bir sandalyeye oturduğumda biraz yorulduğumu fark ediyordum. Onda da zaten mesai bitimine 3 saat civarında kalmış oluyordu. Koskoca günü bitiren biri için 3 saat pek bir şey değildir.
Sabah 09.00 civarı 15 dakikalık bir çay molamız olur, aynı mola 14.00 civarı tekrarlanır. Bir de 12.00 civarı 30 dakikalık bir öğle yemeğimiz olur. Bütün dinlenmemiz bu kadardır. Ama bütün bu yorgunlukla eve gelinip çam gibi devrilmez. Zira evde de hayat devam etmektedir. Ütü, çamaşır, bulaşık, yemek ellerimden öptüğünden mesainin bitmesi demek istirahatin başladığı anlamına gelmez.
Bir de istirahat deyince aklıma geldi, bu sektöre yeni girdiğim zamanlarda ilk duyduğumda çok yadırgadığım ama zamanla manasını kavradığım bir laf vardır. Herkes mesai sonrasında birbirine "iyi istirahatler" der. Bu uçaktan inince hosteslerin de birbirine söylediği bir şey, mutfaktan çıkarken aşçıların da birbirine söylediği bir şey. Hizmet sektörüne özgü bir şey olsa gerek diye düşündüğümü hatırlarım.
Neyse asıl konuya geri dönelim. Bu işte çalışanlarda görülen hastalıklar arasında kronik bel ağrısı, fıtık, varis en yaygın olanlarıdır. Kısacası gençlikte para kazanmak için hasta olup, yaşlılığımızda da o kazandığımız paraları sağlığımızı geri kazanmak için harcar dururuz gibi bir şey. Tabii benim en çok başıma gelen şey grip, nezle oluyor zira sıcak mutfaktan yarı terli bir halde çıkıp, 4 derecelik buzdolabının içine girdin mi grip kaçınılmaz oluyor. Dolabın içine girmek derken, gerçek bir mutfakta çalışmayanlar doğal olarak bilmez, mutfakların gerçekten soğuk odaları vardır. İçine bizzat girebileceğiniz büyüklükte, kimisi ufak bir kiler gibi, kimisi salonunuz büyüklüğünde odalardır bunlar. Çoğu dolap +4 derece civarındadır ama bazı dolaplarda -18 derecedir. Bunlarda ise ekseriyetle et saklanır. İlk işimde -18 derecelik odaların klimalarını kapatmadan, enseme buz gibi klimanın rüzgarı eserken o odaları yıkadığımı hatırlarım.
İşte bu yüzden bizler sık sık hasta olabiliriz veya kronik hastalıklarımız gelişir. Ben aşçı olacağım diye benim gibi kafaya takanlar bunları ilk günden kabul etmiş sayılırlar. Ama her işi yaparken bir şekilde hasta oluyoruz, patronlarla yöneticilerle aramız bozuluyor, kafaya herşeyi takıp stres oluyoruz.  Hangi işi yaparsam yapayım bunlar olacak, bari sevdiğim işi yapayım diye düşünmüştüm en başta. Hala da aynı fikrin arkasındayım.
Zaman zaman bıktığım, cayar gibi olduğum, "zıkkım yiyin" diye düşündüğüm çok oldu, ama hiç bir zaman bu mesleği seçtiğime pişman olmadım. Bazı insanlar bazı işleri yapmak için doğarlar. Bende aşçı olmak için doğduğuma inanıyorum.
Bugünlük bu kadar olsun. Sevgiler, bol lezzetli günler. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Terbiyeli Ispanaklı Sebze Çorbası

Bu hafta epey iyi geçti diyebilirim. Haftamın en eğlenceli günü ise, Show TV Ana Haber Bülteninde ünlü diyetisyen Selahattin Dönmez ile bi...