15 Mart 2011 Salı

Mutfak Terminolojisi

Yemekteyiz'i izliyorum da biraz olmamış. Yani normal şefler bölümünde herkes evinde kendi imkanlarıyla bir şeyler yapıyordu. Bu şefler otellerinde restoranlarında ağırlıyorlar diğer şefleri. Komik geldi ne bileyim, ekiple yemek yapmalar falan. Evcilik oynar gibi.
Normal seyirciler içinse tuhaf tabirler kullanıyorlar. Misal "evladım şunları blanch ediver" diyor yanındaki çırağına. Blanch etmek ne demek Hatice Teyze bilmek zorunda mı sanki? O yüzden biraz gastronomik terimlere gireyim dedim bugün. Hem insan bilmediği için bunları araştırması da zor. Eğer mutfakla ilgiliyseniz çok işinize yarayacak ufak bilgiler bunlar.
Blanch (blanç okunur) etmekten başladık, blanch'tan gidelim. Mutfak literatüründe şoklamak gibi bir anlama geliyor. Örneğin kaynar tuzlu suya brokoli çiçeklerini atarız 1 dakika bu suyun içinde pişiririz ve soğuk ve içinde bir sürü buz olan derince bir kasedeki suya bu brokolileri atarız. Bunun maksadı brokolinin tadını ve kıvamını yumuşatırken, rengini kaybetmemektir. Bir paragrafta açıkladığım şeyi fransızlar bir kelimeye sığdırıvermiş işte.
Mise en Place (miz an plas okunur) fransızcadan gelmiş bir terim ve ne ingilizcesini ne de türkçesini duymadım ama ben ön hazırlık olarak çevirebilirim. Misal Fajita var menümüzde, fajita'nın soğanlarını jülyen kesmek, biberlerini yıkamak kesmek, hatta belki ön pişirmeye tabi tutmak bir mise en place'tır. Yani bunlar misafir sipariş verdiğinde yapılmaz, önden yapılır ki, sipariş geldiğinde en hızlı şekilde yemeği pişirip, misafirimizin önüne gönderebilelim. Kimi zaman maydanoz yapraklarını dekor niteliğinde ayırmak, salata için marulları yıkamak, veya köfteleri şekillendirmek bir mise en place'tır. bilmem anlatabildim mi?
Consommé çok ama çok berrak et suyundan yapılmış çorbalara verilen isimdir. İçinde genelde sebze/et vs. bir şey olmaz, sadece bir tabak et suyu çorbası gelir ama içinde bir sürü farklı aroma vardır ve yapımı epey uzun ve zahmetlidir. Bazen şefler içine taze otlar veya sebzeler de atıyor tabii. Herkesin kendi yorumu.
Temper Tempereature dan geliyor herhalde Tempır okunur ve ılıştırmak olarak Türkçeleştirebiliriz. Hani yumurtalı çorba meyanelerini çorbaya direk aktarmadan önce çorbadan azar azar karışımın içine koyarak ılıştırırız ya kesilmesin diye, işte bu işlemin adı temper'lamak.
Terletmek (to sweat) Sebzeleri yağda az miktarda çevirmek, hafif terlemesine sebep olmak ancak kavurmamak. Zaman olarak kavurmaktan çok daha kısa sürer. Sebzelerin üzerine baktığınızda çok minik su tanecikleri görebilirsiniz. Bu terleme işlemi sonucunda olur.
Umarım bilgiler işinize yarar. Şimdi Kore'ye gidiyorum, ondan biraz acelem var ama yakın zamanda tekrar gelmek üzere :) sevgiler.

14 Mart 2011 Pazartesi

Ballı Hardal Soslu Peynirli Roka Salatası



Yarın akşam yolculuğum Kore'ye. Bu kadar zamandır uçuyorum, ilk defa kısmet olacak Kore'ye gitmek. Gerçi çok kısa bir yatı. 1 gece kadar kalacağım ama belki kısa da olsa bir yerleri görme şansım olur.
Bugün havanın güzelliğinden midir nedir salataları düşünüyorum. Ne eksik ne eksik diye. Dün kahvaltıya gittik ve paçanga böreği söyledik. Altında yeşillikler geldi. O yeşillikler öyle lezzetsiz ki anlatamam. Halbuki o kadar güzel yıkanmış, incecik kıyılmış. Bir sürü emek var ama bir şey eksik. Ne mi eksik? Sosu eksik.
Evet yıllardır artık ızgara tavuğun, hindi göğsün, bir parça antrikotun yanında gelen ağzı yüzü kaymış, lezzetsiz yeşilliklerden bıktık. Bunun sebebi bariz. Eğer şefsen azıcık dahi olsa o yeşilliği servis öncesi bir season eder, (yan tuz biber eker) yalandan da olsa bir sızma zeytinyağı ekler insan. Ama o servis esnasında herhalde şefler buna üşeniyor. Ben üşenmedim ve işte bugün güzel bir salata yaptım. Zira hava güzel, hava sıcak, bahar geliyor. Bağdat caddesindeydim bugün bir ara, sadece tshirt'ümle, üzerime montumu almadan dışarı çıkabildim. Bu benim için çok mutluluk verici bir duygu. Ondan dolayı güzel bir roka, biraz havuç, biraz kaşar peyniri ve tane mısırla güzel bir salata yaptım. Yanına da ballı hardal soslu güzel bir salata sosu oldu.
işte reçetesi:

Ballı Hardal Soslu Peynirli Roka Salatası

Malzemeler

  • 1 demet roka
  • 3 adet havuç rendesi
  • 150 gr. kaşar rendesi
  • 1 çay bardağı tatlı mısır
Sosu için 
  • 3 yemek kaşığı sızma zeytinyağı
  • 1 tatlı kaşığı dijon hardalı
  • 1,5 tatlı kaşığı taneli hardal
  • 1 yemek kaşığı bal
  • Bir kaç damla limon suyu
  • Tuz
  • Taze karabiber
Rokalar yıkanır, sapları ayıklanır. Havuçlar rendelenir. Kaşar peyniri de rendelenir. Derince bir kasede ben açıkçası karıştırmadan bir tabakta birleştirdim. Böyle süslemeyi tercih ettim. Ortada sosa bulanmış roka yapraklarını koydum, kenarlarına taç gibi rende havucu dizdim. Bir yarım ayına mısırları, bir yarım ayına kaşar rendesini koydum. Ortasındaki havuç spirali ise şefin sırrı. Onun sırrını üzgünüm ama söyleyemeyeceğim :) 
Sos içinse, malzemeleri derince bir kasede çırpma teliyle karıştırarak harmanlıyoruz. Ve yeşilliklerle karıştırıyoruz. Afiyetle yiyoruz. 

8 Mart 2011 Salı

Uçan İnsanın Anıları Bitmez

Eveeet yarın Shanghai'a uçuyorum. Hep söylediğim gibi, orada blog siteleri, facebook, twitter ve saz arkadaşlarını açamıyoruz. O yüzden orda vakit bulursam word'den yazıp yazıp, Türkiye'ye döndüğümde publish ediyorum.
Bilemiyorum işte yine gidiyorum. Yani yaklaşık 60 küsür saat önce Bangkok'tan geldim, yine yollara döküleceğim. Bu tempoya alışalı uzun zaman oldu. İşte zaman zaman daha çok koyuyor, özellikle cumartesi veya pazar sabahı uçuşa gitmek. Hele ki erken bir Amerika veya Kanada uçuşuna. Bütün İstanbul derin bir uykudadır sanki. TEM'e çıkarsın bomboştur. Şirkete gidersin sanki lanetli eve girer gibi bomboş. "Ulan patron da yok, uçuşu patlatsam o öğrenene kadar 3-5 gün geçer" düşüncelerini kafadan kovmaya çalışmalar. Uçağın yüklemesini kontrol edeyim dersin, orada bile sanki daha az insan çalışmaktadır. Hep bu durumlarda kendime şunu hatırlatıyorum "Bugün bir tek çalışan sen değilsin. Hastanelerde doktorlar, migrosta kasiyerler, otobüslerde şoförler, nöbetçi eczaneler vs. herkes çalışıyor aslında. İstanbul hiç uyumuyor. Sende bu mizansenin bir parçasısın" diyorum. Diyorum ama içim bir buruk bir buruk anlatamam o duyguyu. Sıcak yatakta sevgiliyi bırakıp, yüzüme bir dünya makyaj yapıp, olmazsa olmaz balerin topuzunu da kuş gibi kondurup (şirket kurallları işte. şirket zevksizse ben napayım?) kravatımı da erkek gibi takıp (erkek mesleği ya!) ama pek tezat topuklu ayakkabılarım ve ekstrem büyüklükteki valizimle yollara dökülmenin duygu boyutunu asla anlatamam.
Ama bende başkasının parasıyla dünyayı geziyorum, değil mi? :) Evet orası öyle. Hayal bile edemeyeceğim otellerde kalarak dünyanın en güzel yerlerini gördüm. "İnsan hayatında kaç kere Tokyo'ya gider?" derken, kaç kere Tokyo'ya gittiğimi unuttum.
Eğer geçen sene deselerdi ki "2011'e Japonya'da gireceksin", herhalde piyangoyu vurdum derdim. Evet aslında piyango vurmaktan daha güzel bir iş bu. Bende işimi çok seviyorum yalan yok. Yolcularımın hepsi velinimet benim için. Onların beni gördüklerindeki o şaşkınlıkları, mutlulukları, şaşırdıklarını çaktırmamaya çalışmaları. Hepsine artık aşinayım. Kim emergency durumunda soğukkanlı kalabilir, kim ilk defa business uçuyor, kim hep business uçuyor her şey onlar bindikleri anda yüzlerinde yazılı sanki. Bunların hiç biri önemli değil. First time traveler veya frequent flyer, hepsi benim için önemli.
Tabii insan her uçuşta aynı performansı sergileyemiyor. Örneğin geçen gün çok sorunlu bir uçakla Bangkok'tan dönüyordum. Sorunlu derken, uçağın kendisinde bir sorun yok. Galley'im yani benim mutfağım ekonomi sınıfı ile ortak mutfak ve rahat rahat çalışamıyordum. Yeni uçak ve biraz küçük dizayn etmişler. Ve yolcum epey kalabalık. Neyse çok sorunluyum, kafamda bin tane tilki dolaşıyor ama hepsinin kuyruğu birbirine dolanmış durumda, bu esnada yolcularım arasında bakıyorum ki Kathy Hakko var. Nasıl kibar, nasıl hanımefendi. Onun yanındaki dostlarından biri de bakıyorum galley'de amiri sıkıştırmış onunla konuşuyor. O da pek tatlı bir bayan sosyete dünyasının tanınmış isimlerinden. Beni görünce dedi ki " Ay bunun burda ne işi var? Kaç yaşındasın yavrum sen? Maşallah biblo gibi" diyerek yanaklarımdan makas aldı :) Güle güle bir hal oldum " 25 yaşındayım" dedim. "Allahım çocuk daha bu. Senden büyük torunum var benim" dedi.
O anda anladım ki, servis arabası kurmanın, ana yemeğin biberiyesinin eksik yüklenmesinin, çorba tabaklarının altına kaymaz kağıtların başka yere yüklenmesinin hiçbir önemi yok. Yolcu mutlu uçmak istiyor, mümkünse de bir tabak yemek yemek.
Yolcu zaten pozitif olunca, hele bir de pozitifliğini bize yansıtınca o uçuş çok rahat geçiyor.
Mesela bilirim ki, bazı yolcular beni sever. Genelde hepsi beyaz ceketli şefi -tabii önce yemek getireceği garanti olduğu için :))- severler ama bazıları çok daha çok severler. Şirin bulurlar, yok yere gülümserler, galley'e gelip "bu ne tarz bir iş ya? bi anlat bakalım" derler. Sevilmek güzel bir duygu. İnsan o zaman işini daha güzel yapıyor. Servis bittiği anda ise, o huzur mutluluk...Hiç bir şeyde yoktur o duygu. 30 kişiyi doyurmuşumdur ve artık huzurla biraz olsun popomun üzerine oturabilirim anlamına gelir bu :) -ve tabii onların yediği yemeklerin tadına bakarım :) - ki rapor yazabileyim. Sırf rapor yazmak için yani, yoksa meraktan değil ;)
Evet çok kar yağıyor şu anda burada. Bu hızla yağmaya devam ederse uçuşa gidememe ihtimalim var tabii. Yani uçak her türlü kalkar ama - şu an kadıköydeyim- kadıköyden eve, evden ise havalimanına gitmek ciddi bir arıza olabilir. bakalım neler olacak. Shanghai'ı da o kadar özlemedim hani :)))
Bu gecelik yetsin diyelim. İyi geceler.

Uçan Aşçı'nın Günlüğü / Mehmet Öz'ün Tavsiyeleri

Bu aralar çok çalışıyorum. Ekstra yani. Gidiş gelişlerimin araları daha hızlı olmaya başladı. Bu durumda beni çok yıpratıyor. Ayın ortalama 20 günü evden uzağım. Bazen daha fazla. Biraz domestik bir tipmişim belki de. Yeni yeni anlıyorum. Evimde olmayı ne kadar özlediğimden artık bahsetmeyeceğim zira kendi kendimi bile darlamayı başarıyorum artık bu duygum yüzünden. Artık bunu düşünmek istemiyorum.
Ama en çok yapmayı özlediğim şey yemek belki de. Bu benim içimde hep bir tutku olarak kalacak bu gidişle. Unvanında şef olup da yemek yapamayan bir ben ve iş arkadaşlarım varız herhalde. İronik değil mi? Dünya devinde şef diye çalışıp, yemek yapamayıp, eve gittiğim ilk fırsatta kolları sıvayıp deliler gibi yemek yapıyorum zira hala heyecanımı koruyorum.
Birazdan İstanbul için yola çıkacağım. İnanın eve gideceğim için o kadar mutluyum ki, bunun sözcüklerle tarifi olamaz. Sürekli bu duygumu yazmak, yazmak ve biraz daha yazmak istiyorum. Bangkok’a indiğimden beri girdiğim kaçıncı entry bu bilemiyorum. Zira blogum sanki sahip olduğum gerçek tek şeymiş gibi geliyor şu anda.
2 gün sonra Shanghai’a gideceğimi düşünmek dahi istemiyorum. Sıkılmamın asıl sebebi olarak da gittiğim yerlerde çok kısa kalmamı ve son zamanlarda sürekli aynı yerlere gitmemi görüyorum. Gerçi geçen ay washington ve chicago yaptım ama yine de bir süre sonra her yer aynı oluyor. Global bir insan olup çıkıyorsunuz. Bugün Shanghai’da yarın Seoul’de. Bizler için uçak kapısının nereye açıldığının artık bir önemi yok.
Bugün yemek tarifi vermeyeceğim ama belki izlemiyorsunuzdur diye gıdaların sağlık yönünü ele alan Mehmet Öz’ün izlediğim tavsiyelerini blogum aracılığıyla sizlerle paylaşacağım.
Misal kereviz sapı çiğnemek ağız kokusuna çok iyi geliyormuş. Geçen gün bizzat kendim denedim. Uçakta istirahatten kalkınca ağzım kokuyormuş gibi hissettim. Tam dişlerimi fırçalayacaktım ki, dur dedim bir deneyeyim. Gidip peynir tabağının yanında gizlenmiş olan kereviz saplarından kemirdim 5-6 tane. Şöyle bir hohladım. Geçmişti. Demek doğruymuş dedim. Mehmet Öz’e teşekkür ettim J
Siyah çay da aynı probleme iyi geliyormuş aklınızda bulunsun.
Mesela Muskat (nam-ı diğer hint cevizi, “nutmeg” ne derseniz yani) afrodizyak etkisine sahipmiş. Ama çok ağır bir lezzete sahip olduğu için 1/8 çay kaşığı oranında kullanın diyor. Biliyorsunuz fazlası damağınızı duman edebilir. Patates yemeklerine çok yakıştırıyorum ben. Bir de mutlak surette beşamel sosun içine.
Bir de gıdaların dışında geçen gün dedi ki, gençlikte sahip olduğumuz bazı alışkanlıkları yaşımız ilerleyince de devam ettirmeliymişiz mesela bunlardan ikisi yüksek sesle müzik dinlemek ve küfür etmekmişJ Tuhaf değil mi? Küfür etmek insanın duygularını dışa vurmasına yardımcı olduğundan içinde kötü bir şey tutmamasına yarıyor sanırsam. Yüksek sesli müzik dinlemeyi detaylı anlatmadı ama kendisine inancım tam. O yüzden artık arabada giderken müziğin sesini birazcık daha açıyorum J  
Şimdilik bu kadar. Ben sağlıkçı değilim ne de olsa, aşçıyım J
Sevgiler 

Ispanak Pestolu Tagliatelle

Bu sevdiğim bir reçete. Ben yaptım oldu bir reçete ve hiç bir restoranda görmediğim bir reçete.
Normal pesto gibi ama fesleğen yerine ıspanak var. Zaten Pesto İtalyanca’da “paste” yani püre gibi bir anlama gelmektedir. Yani illa fesleğenli olmasına gerek yok. Siz neyi “paste” ederseniz o J

Malzemeler
·         250 gr. Tagliatelle makarna (yoksa spaghetti)
·         4 diş sarımsak
·         500 gr.taze ve çiğ ıspanak (donmuş olmaz)
·         Sızma Zeytinyağı
·         2 yemek kaşığı çam fıstığı (dolmalık fıstık yani)
·         1 çay bardağı parmesan peyniri
·         Tuz, taze çekilmiş karabiber

Hazırlanışı
Makarnanızı paketteki talimatlara göre bol tuzlu suda haşlayın. İster al dente, ister normal dirilikte.
Diğer bütün malzemeleri rondoda pürüzsüz hale gelene kadar çekin. Pestomuzu elde etmiş olduk. Tuzu en son ekleyin zira parmesan da tuzlu bir peynir. Sonradan çok tuzlu bir şey elde etmiş olmak istemezsiniz.
Pestoyu tavaya koyun biraz ısıtın. Sarımsak kokusu hafif çksın. Ispanağımızda çiğ zaten ama bu işin yapılma usülü bu.
Makarnayı süzdükten sonra hemen sıcakken pestoyla karıştırın. Sıcak sıcak yiyin.
Afiyet olsun J

Limonlu Cheesecake


İşimi severek yapıyorum ama çok seyahat ettiğim için zorlanıyorum. Evimde olma, yemek yapma,misafir ağırlama gibi domestik duyguları çok özlüyorum. Mesela ufak şeyler vardır biz uçucuların hayatında, çok mühim duygusal şeylerdir. Misal, 4-5 günlük seferden gelip (ki ben bu seferlere haçlı seferleri diyorum), arabama binip kontağı çevirdiğimde radyoda Türkçe müzik çalması. (Tabii radyoyu Türkçe bir radyoda bıraktıysam :) Evimde olduğumu hissettiğim ilk an işte budur. Veya yuvama adım attığım ilk an. Evimin o sıcaklığı, kokusu. Beni hayatta daha mutlu eden bir duygu yok. Gitmek ne kadar zorsa, gelmek o kadar güzel oluyor. “Bir daha hiç ama hiç gitmek istemiyorum. Yuvamı bırakmak istemiyorum” derken, 2-3 gün sonra hoop bir daha dökül yollara. Bu benim hayatımın özeti.
Meğer kendi tuvaletini kullanabilmek o kadar büyük bir lüksmüş ki. Veya kendi yatağında uyumak. Yabancı olmayan bir ortamda, evinin sıcaklığında, alıştığım nevresimlerde uyumak, odamın kapısına “do  not disturb” yazan bir kağıt parçası takmadan rahatsız edilmeden istediğm kadar uyuyabileceğimi bilmek...O kadar güzel duygular ki bunlar.
Kimi arkadaşlarımda kaçıp kaçıp gitmek istiyor, benim hayatımı kıskanıyor. Çok var böyle duygular besleyen insanlar. Çoğu da yüzüme söylüyor üstelik. Ama bende onların sahip olduğu şeyleri kıskanıyorum. Mesela bir haftasonu olsun tatil yapmayı, sevgilimle bir Pazar kahvaltısına gidebilmeyi, yorgun argın geçen bir iş gününden sonra yuvama gelip, alıştığım banyoda sıcak bir duş alıp, televizyonun karşısında vakit öldürebilmeyi...En çok özlediğim şeyler bunlar. Ayın yarısında aç bilaç geziyorum çünkü tuhaf ülkelerde içinde ne olduğunu bilmediğim şeyler yeniyor etrafımda. Bir çorbanın içinde çekirge mi var, yarasa eti mi var. İnsan merak ediyor haliyle. Sorunca da uykularınız kaçıyor, sormayınca da. Kendimi riske atmayıp burger king’den yemek yiyeyim diyorsunuz, inanın orası da şaibeli. Hele ki Shanghai. Tam bir muammalar cenneti. Ne zaman gitsem hep açım. Japonya çok daha kaliteli mesela ama herşeyin içinde yosun, çiğ balık ve zencefil olma fikri beni hasta ediyor. Ki sushi severim ama kahvaltıda bile lapa ile çiğ levrek yiyorlar. Zencefile de biraz alerjiğim.
Üstelik Burger King’den yemek yesem, hani nerde kaldı benim aşçılığım? Değişik şeyler görüp de, evimde ülkemde uygulama yetim? O da ayrı bir konu.
Kanımızda Türklük var herhalde, nereye gitsem döner, kebap, pide yemek istiyorum. Üstelik eskiden böyle bir şey yoktu. Evimin iki yanında dönerci çorbacı gırla giderdi, bana mısın demezdim. Şimsi ise mesela Türkiye’ye adım atıyorum, 2-3 gün iznim olsun ilk fırsatta favorim olan domatesli kebap veya döner yerim.  Mümkünse eve söylerim keyifli olsun diye. Şöyle yaydıra yaydıra televizyon karşısında. Allah insanı sevdiği şeylerden çok ayrı bırakmamalı. Yoksa insan benim gibi kafayı yiyecek noktaya geliyor :) 
Bu kadar Türk yemeği muhabbeti üzerine bir de Amerikan reçetesi vereyim. Tam olsun.

Limonlu Cheesecake
Malzemeler
Tabanı için:
·         25 tane burçak bisküvi
·         150 gr. Tereyağı
Ortası için:
·         750 gr. Labne peyniri
·         4 yumurta
·         1 su bardağı+2 yemek kaşığı şeker
·         Limon kabuğu rendesi
·         1,5 su bardağı süt
·         1 poşet vanilya
Sosu için
·         3 su bardağı hazır limonata
·         2-3 yemek kaşığı şeker
·         3 yemek kaşığı nişasta
·         Limon kabuğu rendesi
Hazırlanışı:
Burçak bisküvilerimizi rondoda çekip, un gibi pürüzsüz bir hale getiriyoruz. Ufak bir tavada erittiğimiz tereyağını un olmuş bisküvimizin üzerine döküp, iyice harmanlayıp, kelepçeli kalıbın içerisine tabaka halinde yayıyoruz.
Artık cheesecake’imizin tabanı hazır. Gelelim ortasına. Derince bir kap içerisinde bütün malzemeleri kek gibi bir kıvam alana kadar mikser ile çırpıyoruz. Limon kabuğunu aroma versin diye ekliyorum. Keserken beyaz yerlerini koymamaya özen gösterin, yoksa acılık verecektir.
Kelepçeli kalıbımıza bisküvi karışımını yaydık, üzerine bu kıvamlı peynirli karışımıda ekliyoruz ve üzeri kızarana kadar 180-185 derece aralığında 30-45 dakika arası fırınlıyoruz.
Bu esnada sosunu yapalım. Derince bir kasede nişastayı soğuk limonata ile eziyoruz. Ufak bir sos tenceresine alıp, ateşe koyuyoruz, pişirmeye başlıyoruz. Kıvamını alınca içine limon kabuğu rendesi ve şekerimi ekliyorum. Şeker arzunuza göre kalmış. Daha mayhoş bir tat istiyorsanız, daha az şeker koyun (veya hiç koymayın), daha tatlı ve yoğun bir aroma istiyorsanız şeker miktarını 3 yemek kaşığı civarında kullanın. Zevkinize kalmış. Fırından çıkardığımız cheesecake soğuduktan sonra, sosunu üzerine yayıyoruz (cheesecake soğuk, sos ise ılık olmalı. Unutmayın sos soğudukça koyulaşır, yayması zorlaşır) ve buzdolabına atıyoruz. Eğer servis etmeden önce 1 gece dinlenirse süper oluyor. Lezzetler harmanlanıyor, pastamızın kıvamı oturuyor. Üzerine bir parça çırpılmış taze krema ve kurutulmuş  lavanta dalı ile servis ediyoruz. Tabii bu benim fikrim. İsteyen bir top dondurma ile veya balkabağı sosu ile veya sapsade de servis edebilir.
Sırrı ne mi? Sırrı altındaki bisküvinin petit beurre (yani pötibör) olmamasında. Burçak, petit beurre’e göre çok daha lezzetli bir bisküvidir. Onu kullanmanızı öneririm.
Kimisi en alt katta margarin kullanıyor. Ben margarine karşıyım. Tereyağı varken, margarinle işiniz olmamalı.
Orta katmana limon kabuğu ve vanilya koymak aromayı çok arttırıyor. Zengin, tadına doyum olmayan bir peynirli karışım elde etmiş oluyoruz orta katta. Üzerindeki sosa gelirsek, eğer gücünüz yetiyorsa taze limonu sıkıp ondan sos elde etmeniz bin kat daha güzel olacaktır ancak sizleri fazla kastırmak istemedim. En kolay halini verdim.
Bence bu cheesecake’in en zor kısmı o bisküvileri un haline getirmek. Nedense o kısım bana çok zor geliyor. Sonrası su gibi akıp gidiyor. Mutlaka deneyin. Beğenceksiniz.
Afiyet olsun. 

Salatalıklı Dip Sos

Dip soslar sevdiğim kategorilerdendir. Sevgili Damla’da bana bunu hatırlatarak iyi etti. Genelde fırında patateslerin veya cipslerin yanına sunduğum bir şeydir dip sos. Ama isterseniz kereviz saplarını, taze havuçları, salatalıkları bandırın yiyin. İsterseniz grissinileri ban ban ye yapın. Hem cipsten daha sağlıklı. Hiçbir şey bulamadınız mı? Ekmeğinizi bandırın J
Şimdi aslında bu bir teknik. Belirli bir dip sos tarifi yok. Siz içine ne koyuyorsanız o tarz bir dip sos elde etmiş oluyorsunuz. Veya evde ne varsa. Yani benim dip soslarım “Evde tatlı toz biber yoktu, yapamadım” cinsinden değil. Gönlünüz ne çekiyorsa. Ama tabii çok zıt, tabir-i caizse kel alaka iki lezzeti de bir arada kullanmıyoruz elbette. Yakalamaya çalıştığımız şey uyum.

Salatalıklı dip sos
Malzemeler
·         1 adet salatalık rendesi
·         ½ çay bardağı süzme yoğurt
·         ½ çay bardağı normal yoğurt
·         1 yemek kaşığı mayonez
·         ½ diş ezilmiş sarımsak
·         2 yemek kaşığı kıyılmış taze dereotu
·         Tuz
Hazırlanışı
Süzme ve normal yoğurdumuzu karıştırıyoruz. İçine mayonezimizi, güzelce ezilmiş sarımsağımızı, tuzumuzu ve inceciiiiiiik kıyılmış dereotumuzu karıştırıyoruz. Salatalığı rendeliyor (küp olmaz, hoş olmuyor) ve suyunu avcumuzla sıkıyor ve döküyoruz. Salatalık sulu bir dip sos istemiyoruz. Suyunu süzdürdüğümüz salatalığı da yoğurtlu karışımımızla harmanlıyoruz. Voila! Bitti bile.
Baktınız kıvamı azıcık koyu oldu biraz daha normal yoğurt koyup kıvamı inceltin. Sarımsağı az kullanıyorum zira baskın bir lezzet. Hiçbir lezzet birbirini bastırsın istemeyiz. Herşeyin tadı ağzımızda olmalı. Çıtır çıtır salatalıklar, dereotunun arkadan gelen aroması, sarımsağın dehşet lezzeti, yoğurdun dayanılmaz hafifliği ve mayonezin suçluluk hissettirecek kadar güzelliği.
Veya soğuk somon fümeli kanepelerin üzerine mükemmel bir sos olarak da kullanılabilir.
Aklınıza gelen her şeyi bandırabilirsiniz J sevgiler.



7 Mart 2011 Pazartesi

Girit Kabağı

Bugün bir kabak yemeği tarifi vereceğim. Çok lezzetli olacak. Girit yöresine ait. Adı üzerinde zaten Girit Kabağı
Malzemeler
·         1 kg. Kabak
·         1 adet büyük boy kuru soğan
·         4 adet domates
·         1 türk kahvesi fincanı yıkanmış pirinç
·         4-5 diş sarımsak
·         250 gr. Rendelenmiş izmir tulum peynir
·         Sızma zeytinyağı
·         Tuz
Hazırlanışı
Önce soğanımızı piyazlık doğruyoruz. Pilav tenceresi gibi geniş bir tencerede yaparsak daha güzel olur. Ateş orta, zeytinyağımız sızma. Sızma zeytinyağınız yoksa zahmet edip yapmayın bile. Manasız bir yemek olur. 1 yemek kaşığı zeytinyağı ideal. Soğanları attık, 3-4 dakika kavurduk. Sonra hemen 2 parmak boğumunuz kadar uzunlukta kestiğiniz ama dış kabuğunu soymadığımız kabakları atıyoruz (kabakların en içlerini kullanmayın. Sadece dış kabuğuna yakın kısmı güzel oluyor. İyi restoranlar hiç bir zaman kabak içini kullanmazlar)
Bu esnada kabakları hafifçe kavurmaktan yanayım. Ve muhtemelen soğanlar yağı çektiği için  kabaklarında  biraz yağa ihtiyacı olacak. 2-3 gerekirse biraz daha fazla yemek kaşığı kadarda zeytinyağını bu esnada kabağın üzerine atıyoruz. Ateş yüksekken kabaklar suyunu içinde muhafaza eder ve daha lezzetli olur. Bir 3 dakika kadarda bu esnada kavurduk. İnce kıydığımız sarımsakları da attık. Kokusu çıktı. Müthiş oldu.
Şimdi sıra geldi soyup küp doğradığımız domateslere. Onları da tencereye atıyoruz. Artık ateş orta. Domateslerin hemen üzerine yıkadığımız pirinçleri atıyoruz. Göz kararı biraz sıcak su ekliyoruz. Hafif tuzunu ekliyoruz. (Tuzu çok kaçırmayın sebebi birazdan geliyor.)Kapağını kapatıp pirinçler pişene kadar ellemiyoruz. Tabii arada bi açabilirsiniz, dibi falan tutmasın yani J
En son artık iyice piştiğine kanaat getirdiğiniz anda altını kapatıyorsunuz. Kapağı açıp, üzerine sızma zeytinyağından şöyle bir ekliyorsunuz ve bütün tencerenin üzerine izmir tulum rendesini pay ediyorsunuz ve kapağını kapatıyorsunuz. Peynir ateş açık değilken, yemeğin kendi sıcaklığıyla eriyor, sızma zeytinyağı müthiş bir koku veriyor.
Peynir de tuzlu, ondan en başta çok tuzlu yapmadık. 
Normalde zeytinyağlılara 1 su bardağı zeytinyağı ekleyen bir toplumuz. Benimki o kadar yağlı değil. Ama nerden baksanız 1 çay bardağını buluyordur ama sonuçta 1 kilo kabak ve bir sürü yan malzeme var. En az 6-8 porsiyonluk yemek var. Ondan dolayı yağ miktarı çok normal. Elinizi korkak alıştırmayın. Bu yemeğin sırrı sızma zeytinyağı ve peyniri.
Ben ılıkken yemeyi seviyorum. Kimileri soğuk yiyor. İsterseniz çok sıcakken yiyin. Keyfinize kalmış.
Bol yiyin. Yanında taze ekmekle yiyin. Öyle unoyla munoyla değil, fırından aldığınız tava ekmeğiyle falan yiyin J afiyet olsun. 

4 Mart 2011 Cuma

Kereviz Sapında Rokfor

Evet birazdan Bangkok'a uçucam. Çok az vaktim var, üstelik içim sıkılıyor çünkü tabii ki her zamanki gibi evimi bırakmak istemiyorum. Bangkok sıcak memleket hem ama yine de insanın evi gibisi yok.
Tabii uçağın ağzına kadar dolu olması gitmek istemememde ki en ciddi faktör :)
Artık istiyorum ki, bahar gelsin. Mesela izin günümde balkonda kahvaltı yapabileyim. Askılı t-shirtlerle gezebileyim. Akşam olunca hafif içim titresin. Kırıntı'ya gittiğimde dışarıda oturabileyim. Güneş yüzüme vursun, gözlerim kırış kırış olsun falan. Sonra hava biraz daha ısınsın, havuza girebilelim, tenimiz bronz olsun. Daha Mart ayından kurduğum hayaller bunlar işte.
Bugünde biraz bulutlu bir gün. O zaman ona uygun bir tarif verelim.
Arkadaşım Damla'nın isteği üzerine çok kolay bir tarif.
Resmi için buraya tıklarsanız süper olur.

Kereviz sapında rokfor peyniri

Malzemeler

  • 1 paket kereviz sapı
  • 1/2 kutu labne
  • 1 diş sarımsak
  • 1 yemek kaşığı rokfor peyniri
  • Taze çekilmiş karabiber
  • Süslemek için: minik minik kesilmiş kırmızı biber
Hazırlanışı

Labne peyniri, rokfor peyniri, ezilmiş sarımsak ve taze çekilmiş karabiberi bir kasede güzelce harmanlayıp sıkma poşedine dolduruyoruz. Güzelce yıkadığımız kerevizleri (ortalarında genelde kum birikir, iyi yıkayın) önce bir parmak boyunda kesiyoruz sonra da altını bıçakla hafifçe keserek düzlüyoruz ki tabakta sallanmasın. (şefin sırrı)
Bu kerevizlerin ortasına sıkma poşedindeki peynirli karışımımızı afili atraksiyonlu bir şekilde sıkıp, üzerine minicik bir parça kırmızı biber koyup renklendiriyoruz. 
Bu bir başlangıç tabağı oluyor. Şarabın yanına çok yakışıyor. Afiyetle soğuk soğuk yiyoruz. Şölenlere layık vallaha. Afiyet olsun. 


2 Mart 2011 Çarşamba

Yaban Mersinli Krep

Chicago'dan yeni geldim. Niye kullanacağımı bile bilmediğim 1 kutu çok taze yaban mersini aldım. Biliyorsunuz özellikle tazesi kolay bulunmuyor Türkiye'de. Donmuşu var ama oda çok pahalı.
Bu yaban mersinlerini ne yapıp ne edip güzelce kullanmak gerekiyor. İşte bu da benim reçetem.

Yaban Mersinli Krep

Malzemeler

  • 4 adet yumurta
  • 1 çay bardağı un 
  • 1 tutam tuz
  • 1/2 çay bardağı süt
  • 3-4 yemek kaşığı pudra şekeri
Sos için malzemer
  • 2 su bardağı taze veya donmuş yaban mersini
  • 3/4 su bardağı toz şeker
  • 1 yemek kaşığı tereyağı
Hazırlanışı

Un ve yumurta çırpılır. Bir tutam tuz ve pudra şekeri eklenerek çırpılır. Pütürsüz bir kıvam elde edilinceye kadar çırpılır. (baktınız olmadı blenderda çekin)
Yapışmaz krep tavasına (veya normal teflon tavaya) azıcık tereyağı veya ayçiçek yağı döküyoruz. Bir kepçe yardımıyla incecik bir katman elde edene kadar yumurtalı harcı tavaya döküyoruz. İnce olması şart, bu detayı atlamayın. Alt tarafı renk alınca ters yüz edin. Diğer tarafı da güzelce renk alınca tavadan alın. Aynı işlemi yumurtalı harç bitene kadar tekrarlayın. Tavayı her seferinde azar azar yağlamayı unutmayın. Ve altını çok açmayın. Krepleri ters yüz etmek için ince uçlu, krepleri delmeyecek nitelikte kaliteli bir spatula kullanın. 
Gelelim sosa. Sos tenceresine yaban mersinlerini ve şekeri atıp altını orta seviyede açın. Yaban mersinleri zaten suyunu salacaktır.(Baktınız istediğiniz kadar suyunu salmadı 1/4 çay bardağı su ekleyin ama önce biraz sabredin) Yaban mersinlerini hepsini değil ama yarısını hafiften ezin. Hem taneli hem de hafif ezilmiş bir sos elde edelim. Tabii zevkinize kalmış isterseniz hepsini blenderdan geçirin. Son anda sosun içine soğuk tereyağını ekleyip karıştıra karıştıra eritin. Bu son anda eklediğimiz tereyağı hem sosun rengine parlaklık verecektir hem de kıvamını zenginleştirecektir.
Krepleri tabağa koyun üzerine sostan koyun, sarın yiyin, kesin yiyin, bütün bütün yiyin, bence sıcak yiyin, afiyetle yiyin. 

Terbiyeli Ispanaklı Sebze Çorbası

Bu hafta epey iyi geçti diyebilirim. Haftamın en eğlenceli günü ise, Show TV Ana Haber Bülteninde ünlü diyetisyen Selahattin Dönmez ile bi...